25 Temmuz 2012 Çarşamba

Memleketin hali /ahvali

AYFER TUNÇ’UN İLETİŞİM YAYINLARI’NDAN ÇIKAN MEMLEKET HİKAYELERİ, YAZARIN MÜDAVİMLERİNİ MUTLU ETMEYE YETECEK KADAR SAMİMİ VE NAİF VE TARTIŞMASIZ BİR ‘KÜLTÜREL ŞÖLEN’!
ÜMMÜHAN ATAK DOĞAN
Taşra nedir, memleket neresidir, millet kimdir, İstanbul’a ‘ah’ etmek mümkün müdür?... Hemen her gün defalarca kullandığımız söz öbeklerinin içini açarak başlıyor kitabına bu kez Ayfer Tunç. Kendi dünyasının ‘şehir arşivini’ açıyor, bizzat yaşadıklarından ve dinlediklerinden yola çıkarak ‘eksikleri olan yapbozunu’ tamamlamaya çalışıyor. Bunun için zaman zaman bir şeyleri kurguluyor ve kendini öne çıkarak değil de muhayyel bir anlatıcının dilini ödünç alarak anlatıyor.
Ayfer Tunç’un İletişim Yayınları’ndan çıkan Memleket Hikayeleri isimli kitabı, yazarın müdavimlerini mutlu etmeye yetecek kadar samimi ve naif. Hatta her zamanki gibi biraz dağınık ama hâlâ tartışmasız bir ‘kültürel şölen’! Ermeniler, Abhazlar ve en çok Adapazarlılar. Hikâyelerin çoğunu bir yerlerden dinlemiş, bir kısmını bizzat yaşamış bile olabilirsiniz. Fakat bunları size anlatmakla yetinmeyip yazacak bir kaleme ihtiyaç varsa ve Ayfer Tunç oradaysa, sorun yok! Üstelik her zamanki gibi, farklı denemelerle de okuyucusuna selam gönderen bir kitap bu elimizdeki.

FOTOĞRAFLARIN SÖYLEMEDİKLERİ
Ayfer Tunç, kitabında bir dizi fotoğrafın öyküsüne yer verirken, ne kadar iyi bir gözlemci olduğunu da -hâlâ tereddüdü olanlara- ispatlıyor. Misal, siz omuz omuza veren futbol takımı oyuncularının ‘dostluk mesajını’ fark edebilirsiniz ama 1931’de kurulan Akşehir Sanatkarlar İdman Yurdu’nun hatıra fotoğraflarına bakarken, bando ekibinin ayaklarındaki çamuru görünce, o yıllardaki ‘yol durumunu’ düşünmemiş olabilirsiniz. Yahut bir başka fotoğraftaki, ‘önde duran çocukların sevinci’ üzerine kafa yormayabilirsiniz. Ayfer Tunç galiba böyle biri; yaşanan hiçbir şeyi küçümsemeden önemseyen ve sadece deklanşöre basılan o an için değil, öncesi ve sonrası için de kıymet verebilen biri. Yani daha evvel, yine böyle, Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek kitabını da yazan biri.

Binbir gece hikâyeleri
Tunç’un, Refik Halit Karay’ın 1919’da yayınlanan Memleket Hikâyeleri isimli meşhur kitabına selam göndererek isim verdiği bu derlemesinde, binbir çeşit memleket hikâyesiyle karşılaşacağınızı şimdiden bilin. Elvis Yaşar’ın Büyük Çarşı’daki fotoğraf çektirme macerasından bir Okul Aile Birliği etkinliği tantanasına, bir ‘kız görme’ heyecanındaki gelin-kaynana düşmanlığının ‘kökenlere’ bağlandığı farkındalığından Laz Böreği’ni Yunanlılara kaptırmaktan üzüntü duyan komşu kadınlara kadar herkes, Tunç’un kitabındaki yerini almış. Ve aslında Tunç, ‘bunları belki de ben yaşadım’ diyerek, hafızasının elverdiği ölçüde anlattıklarıyla, bir ‘memleket insanı’ olduğunu gösteriyor okuyucusuna. O bir memleket insanı; çünkü O’nun yolu bazen bir Ermeni geleneğini yaşatanlarla kesişiyor, bazen Londra’da öğrenim gören Tuncelili gençlerin yanına düşüyor. Konuşulanlarsa hep aynı kapıya çıkıyor; “Seviyorum memleketimi ülennn!” Ya da zaman zaman yaşanan bir çelişki, Tunç’un gerçek kelimeleriyle, şöyle: “Ne çok utandığını düşünüyor. Ülkesi adına utanmaktan yorgun düştüğünü ve bu utancın sadece çok eskide kalan bir geçmişe değil, düne, hatta bugüne ait olduğunu. Ülkemi sevmek için elimde ne kaldı? diye soruyor kendine. Kalp ağrısı.”

ÖYLE BİR AŞK Kİ…
Dedik ya, Ayfer Tunç çeşit çeşit öyküler barındırıyor kitabında diye. Sadece bu değil, üslup olarak da farklı yollardan gitmiş Tunç. ‘Aşk’ isimli; internet sitelerinde, sosyal paylaşım ağlarında ‘hit’ olacak türden kısa ve vurucu hatta kelimenin tam anlamıyla ‘damardan’ olan öyküsü, böyle mesela. Tunç, yaşlı bir çiftin ‘ölmeyen’ aşk hikâyesini, bir deprem sahnesi ardında anlatırken, damardan girmiş! Okuyucuya, şahit olunduğunda gözleri fal taşı gibi açtıracak bir öyküyü uzatmadan anlatmış ve aradan çekilmiş. Gerisi size kalmış okuyucu; İster Ayfer Tunç’un kalemini bir şölenden diğerine götürerek yazdığı kitabından sadece bu hikâyeyi cımbızla alıp, ‘Ben de böyle aşk yaşamak isterdim’ deyin, ister kitabı Tunç’un diğer kitaplarının yanına yerleştirirken, bir değil birkaç hikâyeyi bugün yarın bir başkasına anlatacağınızı hesaplayın. Açıkçası ben, Aşk’ı okuduktan sonra, “O yaşlı çift Ayfer Tunç’un nesiydi acaba?” diye merak edenlerdenim. Yani galiba, sadece meraklı bir okuyucu.

VE İSTANBUL
Adapazarlı Ayfer Tunç, gerçekte bir İstanbullu olduğunu da gösteriyor kitabının başında. Taşra, memleket, millet kavramlarını kendince yorumladıktan sonra yer verdiği İstanbul güzellemesi ve İstanbul ağıtı, ‘İstanbulseverleri’ mutlu edecek türden: “İşte bu! İşte ben de bunu demek isterdim!”: “Şehir, yurt olduğu herkesin hatıra kesesinde kendine büyük bir yer bulan ve ruhumuza doğrudan nüfuz eden bir ‘şey’dir. Kendi kişisel tarihimize yataklık eden şehirlerin tarihi ile kendi tarihimizin kesiştiği zamanların önemi, diğer sıradan zamanlardan fazladır… Başka şehirler ‘biz’ olabilir ama İstanbul ‘ben’dir, bencildir…” Ve bu İstanbul ‘a atfedilen satırların ardından, İstanbul’u yerden yere vuran diğer cümleler: “Şehirler eskir, eskidikçe de değerlenir. Ama bu eskiyişte zamana bilgece bir meydan okuma, gururunu ve gücünü tarihinden, kendi değerinden alma yeteneği bulunmalıdır. Ancak bu yeteneğe sahip şehirler dünyanın geri kalanına tepeden bakabilir. ..İstersen yok olup giden şehrinin arkasından ağıt niteliğinde yazılar yazıp ağlayabilirsin (şu anda benim yaptığım gibi)”. Yazar, gözyaşlarıyla yazdığı satırlara, İstanbul’un siluetine vurulacak darbelerle son vermiş ki, herhalde burada ‘mütecaviz’ gökdelenleri kastediyor. İstanbul aşığı bir yazarın, başka türlü düşüneceğini düşünmek zor açıkçası.
KUTU------------------
KİTAPTAN…

Memleket hissi ile köklere bağlılık arasında bir korelasyon olsa gerek. Bir bütün olarak ülkeme bağlıysam da köklerime bağlı değilim. Çünkü köklerimin nerelere uzandığından habersizim. Köklerinin sızladığını duymayan insan nasıl bir memleket arar ki kendine?

Memleket Hikayeleri
Ayfer Tunç
İletişim Yayınları